26 Eylül 2011 Pazartesi

Ambalaj deyip geçmeyin, onlardan gemi(!) yapanlar var!

Sütüme, Sarelleme Karışma!!!”nın yakın takipçileri geri dönüşüm konusundaki hassasiyetimi iyi bilirler. Geçtiğimiz sene sizlerle ambalaj atıklarımı ayrıştırdığımdan bahsetmiştim, Çevko’nun Yerel Yönetimler ile beraber sürdürdüğü iş birliği kapsamında halen her Salı sabahı ayrıştırdığım çöpleri yetkillere teslim etmeye devam ediyorum. Organik atıklar ise ayrı bir çöpe gidiyor ve ne kadar azaldıklarını tahmin edemezsiniz, meğer asıl yeri kaplayan ambalajlarmış. Artık içim rahat onlar geri dönüyor ve yine ambalaj olarak, defter-kağıt olarak, hatta (artık) kalem olarak bana geliyor. Bu bilincin yayılmasından ne kadar memnun olduğumu tahmin edemezsiniz.

Dün de çevresel bilinç aşılayan bir etkinlikten haberdar olup soluğu İstanbul City Port’da aldım. Tetra Pak'ın çevre bilincine ve geri dönüşüm konusuna vurgu yapmak amacıyla düzenlediği ve geleneksel hale gelen Karton Gemiler Yarışması’nın üçüncüsünü İstanbul City Port’da gerçekleştirildi.

Günün sloganı “Benim Görüşüm Geri Dönüşüm”dü ve etkinlik kapsamında karton ambalajlardan yapılmış 11 karton gemi yarıştı. Deniz, pek çok markanın karton kutularından yapılmış gemiler(!) ile doldu, rengarenk ve neşe dolu görüntülere sahne oldu...

Bu cümbüşün arasında biraz da rakamlara değinmek gerekirse, 2010 yılında dünyada 30 milyar kullanılmış Tetra Pak içecek kartonunun geri dönüşümü gerçekleştirilirken, Türkiye’de de Tetra Pak ambalaj malzemelerinin 51 tonunun 28 bin tonu geri toplandı. Tetra Pak Türkiye bu oranla dünya sıralamasında altıncı, Ortadoğu Bölgesi’nde ise birinci sırada yer aldı.

Kompozit ambalaj atıklarında ambalaj çöpü

Tetra Pak Büyük Ortadoğu Bölgesi Geri Dönüşüm Teknik Yöneticisi ve Tetra Pak Türkiye Çevre Müdürü Ferid Ekmekçioğlu’na göre ise 2011 hedefi ambalajların yüzde 60’ının geri dönüştürülmesi; yemek severler, bu blogu takip edenler, burada katkımız büyük olacak, ambalajlara çöp muamelesi yapmaya son!

Geri dönüşüm kitiyle ambalajlardan kağıt yapma

Bu sirkülasyonun, Dünya’daki sınırlı kaynakların devamlılığını sağlamak için herkesin çevre konusunda önemli roller üstlenmesi gerekli. Yoksa bir gün.... Düşünmesi bile içimi daraltıyor!

Ama içim nispeten rahat, çocuklara bu bilinç aşılanıyor. ‘’Atıklar Sanat Eserine Dönüşebilir mi?’’ sorusuyla o minik ama hayal gücü geniş, taze zihinlerin çevre ve geri dönüşüm konusunda kurdukları hayalleri yaklaşık 40 tasarımda gördüm. Rengarenk ağaçlar, elbiseler, müzik aletleri... Geri dönüşüm hem zevkli, hem de renkli hallerde içlerine işlemiş belli ki... Üstelik ilköğretim okullarında yapılan “Küçük Şeyler Doğayı Yeniler” adlı çevre eğitimiyle de artan sayıda öğrenciye ulaşmaya devam ediyorlar.

Ben sizi yine ikna edemediysem detaylı bilgi için Çevko’nun Yerel Yönetimler, Kadıköy Belediyesi Atık Yönetimi veya Tetra Pak sayfasını inceleyebilirsiniz.

Portakal suyu kartonlarından çanta ve geri dönüşüm örnekleri

Unutmayalım, bu güzelim yemekleri yapmaya devam edebilmemiz, sağlıkla beslenebilmemiz için Doğa Ana’ya saygıda kusur etmememiz lazım. Zira O’nun bizimle paylaşacağı daha çok lûtfu var yeter ki biz onun imkanlarını kısıtlamayalım, bize mucizelerini sunmasına engel olacak davranışlarda bulunmayalım!

Doğa dostu günler dilerim!

19 Eylül 2011 Pazartesi

Haydi mutfağa, bir başka sebze sote yapmaya!

Yıllık izin, bayram tatili dedik; tatlı tatlı yedik... Hiç bir şey olmaz gibi geliyor insana kısacık bir molada, kendini açık havada bol gıdaya kaptırınca, ama hayat acımasız. Anlamadan dinlemeden az da olsa kilo alabiliyor insan bir anda; beyin jimnastiği para etmiyor, kendini spora adamak gerekiyor bu yoğun iş temposunda aynı zamanda...

Sportif faaliyetler fırsat buldukça oluyor, onlar bir yana, yemeğe hep dikkat etmek gerekiyor. Et ürünleri ile aram zaten yok, varsa yoksa sebze-meyve bana. Hal böyle olunca dolapta kalan iki parça sebze bile kıymete biniyor, bir anda bana göre öğün olup çıkıveriyor.

Baharatlı ıspanak kabak sote için malzemelerimiz;

  • 1 adet orta boy kabak
  • 5-6 yaprak ıspanak
  • 2 yemek kaşığı file badem
  • 2 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 yemek kaşığı süzme yoğurt
  • Nane,karabiber, toz kırmızı biber

Önce kabakları ince ince doğrayın ve teflon tavada ara ara ters yüz ederek 8-10 dakika süre ile pişirin.Kabaklar sotelenirken bir teflona file bademi ekleyin ve altuni bir renk alana dek 2-3 dakika süre ile ara ara karıştırarak kavurun.

Sıcakken bademleri havana alın ve arzu ettiğiniz tüm baharat çeşitlerini ekleyerek bademleri ezin. (Benim tercihim nane, toz kırmızı biber ve karabiberdi.) Böylece baharatın aroması bademlerin sıcağı ile iç içe geçiyor ve daha da lezzetli oluyor.

Kabaklar renk değiştirince çıtırlığını kaybetmemesi için sadece 2 dakikalığına ıspanakları da ekleyin ve soteleyin. 15 dakika içinde hazırız, doymak bazen bu kadar basit işte!

Sotelediğiniz sebzeleri servis tabağına alın, ortasına bir kaşık süzme yoğurt ekleyin ve sıcak badem ile havanda ezdiğiniz baharat ile süsleyin, tatlandırın.

Hem basit, hem de lezzetli, bence deneyin; seveceğinize eminim... Hatta servis tabağına ekleyeceğiniz bir parça ızgara tavuk göğsü ve kepek ekmeği ile tabağınızı çok şık ve tam bir öğüne çevirebilirsiniz. Ya da daha önceki tariflerde olduğu gibi makarna ile bile harmanlayabilir ve sebze soteli makarna yapabilirsiniz, tercih sizin...

Sofralarınız renk dolsun, afiyet olsun!

12 Eylül 2011 Pazartesi

Süt kattım, "cehennem topuzu"ndan çorba yaptım!

Geçtiğimiz haftalarda alabaş ile tanışmamı yazmıştım hatırlarsanız, hani demiştim kohlrabi de derlermiş, aslen turpgillerden ve Alman turbu olarak da anılırmış. Sonra peşi sıra yorumlar geldi meğer Kıbrıs’ta cehennem topuzu olarak anılırmış. Ne iddialı bir isim, ama ismin aksine sindirimi kolay, yediğinizi anlamıyorsunuz desem yeridir.

Elimde bir kaç tane daha vardı, ne yapsam diye düşünüp salata ile idare ederken bir yorum daha geldi. Meğer Avusturya’da çorbası yapılırmış, neden olmasın? Alabaşları doğradım, ne yakışır diye kokladım, kendimce bir yorum kattım, onlardan çorba yaptım.

Sütlü alabaş çorbası için malzemelerimiz;

  • 3 yemek kaşığı zeytin yağı
  • 2 adet orta boy alabaş
  • 1 küçük soğan
  • 3-4 adet taze soğan
  • ½ lt süt
  • 2,5 su bardağı tavuk suyu
  • 4 çorba kaşığı arpa şehriye
  • ½ limon
  • 1 tatlı kaşığı nane
  • Tuz-karabiber-kırmızı pul biber

Öncelikle alabaşları soyalım. Aynı elma gibi, sadece kabukları biraz daha kalın ama yapısı gereği sizi nasıl soyacağınız yönünde yönlendiriyor, merak etmeyin. Sonra dilerseniz kalın kalın dilimleyin, dilerseniz pişme sürecini hızlandırmak için rendeleyin, size ve vaktinizin bolluğuna kalmış.

Ardından hem taze soğanları hem de beyaz soğanı ince ince doğrayın ve zeytinyağı eklediğiniz tencerede hafif sararana kadar 5 dakika süre ile kavurun. Rendelediğiniz alabaşları da ekleyin ve biraz suyunu salıp, soğanlar ile harmanlanması için 3-5 dakika süre ile karıştırın.

Süt ve tavuk suyunu ekledikten sonra karabiber ve kırmızı biberi de ekleyin. Altı kısık ve kapağı hafif açık olarak pişirmeye başlayın, ne de olsa süt var içinde taşmasını istemeyiz.

20 dakika sonra çorba pişince, blender yardımıyla çorbayı inceltin, arpa şehriyeleri ekleyin ve kısık ateşte 10-15 dakika daha pişirin. Son olarak naneyi de ekleyip, demlenmesi için kapağını kapatın.

Servis anında tereyağında ısıttığınız kırmızı biber ile çeşnilendirebilir, dilerseniz çorbanıza bir kaç sap maydanoz da serpebilirsiniz. Şimdi sıra sizde önce pazara alabaş bulmaya, ardından mutfağa onlara kendi yorumuzu katmaya... Hayat tattıkça güzel!

Afiyet olsun!

Not: Çorba listem gittikçe uzuyor bu daha güzel...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Haydi bakalım, tatil sonrası ilk Pazartesi'yi tatlandıralım!!!

Geçen hafta “Lezzet dolu serüvenler peşindeyim, geri geleceğim...” dedim, çıktım yollara; 1.400 kilometrenin ardından tatil yadigarı fotoğraflar ve onca harekete rağmen nasıl alabildiğimi –ta ki birazdan paylaşacağım fotoğraflar ile gerçeği idrak edene kadar – anlamadığım 3 kilo ile geri geldim. Evet yanlış duymadınız, yıllık izni de sayarsak 15 gün tatilin bana kattığı 3 kilo... Siz plaza insanını doğal yaşam(!) ortamından çıkarıp da doğaya, açık hava bol gıdaya salarsanız olacağı budur! Aşılmayacak bir dert değil, benim için üzülmeyin, aksine gelin bu üç kilonun öncelikle tatlı sebeplerini sizinle paylaşayım...

Malumunuz Pazartesi, tatil sonrası ilk resmi sendrom günümüz, resmiyeti bırakalım tatlı tatlı konuşalım, pazartesimizi tatlandıralım. Ana yemeğe, çatal bıçak eşliğinde formalite yemeklere sonra geliriz...

Ayvalık - Sarımsaklı: Kızarmış Dondurma

Nasıl oldu da Uzakdoğu mutfağına özgü tatlardan biri Ayvalık’ta bu kadar popüler oldu inanın anlamadım. Merakımdan tattım, yedikten sonra anladım ki; Maraş dondurması galeta unu, fındık/ceviz kırıntısı ve yumurta akı ile ile kaplanmış, kızgın yağda bir kaç dakika kızartılmış, dondurmanın kendini bırakmasına izin vermeden servis tabağına alınmış çikolata sosu, fıstık ile tatlandırılmış.. Çikolata sosu, kızartma ve dondurma bir arada “Lütfen kriz anında camı kırınız” misali... Alışkanlık yapmaz ama bir kere yemekten zarar olmaz...

Cunda - Ali Bey Adası : Ballı Lokma Tatlısı

Yunanlılar lokmayı daha büyük parçalar halinde kızartıp, üzerine fındık serperek, ballı şerbet ile tatlandırarak sabahları kahve ile birlikte kahvaltı niyetine yiyorlar; biz ise günün her saati yiyebiliriz yani en azından ben. Yunanistan zor belki ama bence lokma yemek için kesinlikle Cunda’ya gitmelisiniz, ya da şayet Cunda’ya giderseniz mutlaka lokma yemelisiniz. 5 TL karşılığında dünyalar sizin oluyor, bünye yeni bir alışkanlık ediniyor, çekirdek çıtlar misali lokmaları peşi sıra hüpletiliyor. Gitmek zor gelirse diye, şu 3 kilonun ardından evde demelere başlayacağım, bilahare paylaşırım.

Assos - Waffle :

Çok tehlikeli inanın çok tehlikeli; hatta bence bahsettiğim/bahsedeceğim tatlılar arasında en tehlikesi! Öyle şekerlemelisine, meyvelisine, çikolata kremalısına gerek yok sadece dondurma ile bize yeter! Ağırlıklı olarak yumurta akı, un ve pudra şekerli bir hamur bazı düşünün ve onu bir kaç dakikalığına sıcacık tost makinesi misali makineye yatırın, gerisi beğeninize kalmış; haydi hangi dondurmalar var bakın! Bu damak tadını eve taşımak, günün her anında waffle’ın birkaç dakika uzağınızda olduğunun konforunu yaşamak isterseniz benden duymuş olmayın ama waffle makinesi bu aralar Tchibo mağazalarında...

Çanakkale - Peynir Helvası :

Marmara bölgesine has bir tat, Tekirdağ’da unla yapılıyor, Çanakkale’de ise unun yerini irmik alıyor. Kavruluyor ya da fırınlanıyor; bazen kavrulmuş fıstık ekleniyor ya da kaymak ile kalorisi arttırılıyor. Sonuçta yine peynir, un, şeker, süt ve yağın bir araya geldiği bir Türk tatlısı daha... Ama yine peynirin tuzsuz olması önemli, şayet evde deneyecekseniz dil peyniri tercih edebilirsiniz mesela ama unutmayın genel kanı koyun sütünden bir peynirin tercih edilmesi yönünde...

Tekirdağ – Ev Yapımı Baklava :

Adı üstünde ev baklavası, nerede yenir? Tabiki evde.... Eş durumundan hallice yeni memlekete yapılan her bayram seyahatinin olmazsa olmazı, yenilmeden dönülmezidir. Başta kayınvalidemin elinden olmak üzere, kaç ev gezilirse gezilsin kalem gibi dolma, pidenin vazgeçilmez eşlikçisidir. Onca şerbete üstelik, öyle baklavacı usülü susatan cinsten tatlı da değildir, kıvamı yedikçe yedirten cinstendir.

İşte benim tatlı tatilim, gezdiğim gördüğüm benim, tatlı anıları sizlerin olsun. Sırada daha sizinle paylaşacağım çok tat var, onca yol lezzet peşinde, yemediğim tatmadığım yemeklerin izinde... Bunca tatlının üzerine ne iyi gider peki, hele hele saati de geldiyse? Haydi bakalım bir acı kahvenin daha 40 yıl hatırı olsun hayatımda bari...

Tatlı tadında bir hafta bizlerin olsun, Pazartesi'miz sessiz sakin bunaltmayan cinsten olsun, daha ne olsun?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...